FUTBOLUN PEŞİNDE -5- Kirpiler ve Yavruları 19 yıl önce Cebeci Stadı’ndaki Türkiye İkinci Ligi maçında uğradığımız 6-0’lık hezimete çok üzülmüşken, şimdi 19 Mayıs Stadı 2 No.lu Dış Saha’daki Amatör Süper Lige yükselme maçında aldığımız 3-0’lık farklı galibiyete seviniyorduk. Ve şimdi 19 yıl önceki bu sıra dışı maçı anımsarken ve anlatırken gülümsemekten kendimizi alamıyorduk. Çünkü bir taraftar, bir futbolsever için, yaşanmış tüm anılar bir mücevher gibi değerliydi ve her türlü sonucu içinde barındıran futbolun sihri biraz da buradaydı. Ve insan, aradan yıllar geçtikten sonra geriye dönüp bakınca yalnızca tuttuğu takımın değil, aynı zamanda arkadaşlarıyla birlikte yaşamış olduğu galibiyetlerin, yenilgilerin, atılan ve yenilen gollerin, sevinçlerin, üzüntülerin, kısacası anılarının da taraftarı olduğunu anlıyordu. Üzülmek ve sevinmek… Hayal ve gerçek… Birbirine zıt olan bu kavramların zaman zaman iç içe geçtiği yerlerden biri de tribündü. Orada bazen bu öyküde olduğu gibi hayal ile gerçek birbirine karışır; üzüntü ile sevinçler de ardı ardına yaşanabilirdi. Amatör kümeden Türkiye 2. Ligi’ne kadar yükselen ve sonra yeniden amatör kümeye dönmek zorunda kalan bir takımın peşinde, futbolun peşinde geçip giden yıllar… Aradaki fark neydi? Hiç! Evet, hiç! Özünde değişen bir şey var mıydı? Bence hayır! Çünkü ne olursa olsun futbol her zaman, her yerde futboldu. Göztepe, Edirnespor, Keşanspor, Kırklarelispor, Babaeskispor, Tekirdağspor, Çorluspor, Düzcespor, Erbaaspor, Çubukspor, Polatlıspor ve diğerleri… Futbolun peşindeki tribüncüler için profesyonel liglerde olmak, şampiyonluk ve “Süper Lig” rüyaları görmek elbette güzeldi. Ama yine de onlar için belirleyici olan en önemli şey, tuttuğu takımın hangi ligde oynadığı değil, tribündü; tribünde bulunmak, tribünü yaşamaktı. Futbol bir anlamda tribündü, tribün de futbol… Bundan birkaç yıl önce televizyonda Neşet Ertaş hakkında yayınlanan bir belgeselde, babası Muharrem Ertaş’ın her sabah kahvaltısını yaptıktan sonra duvarda asılı olan sazını alarak birkaç türkü çalıp söylediği; bunun Muharrem usta için bir görev, bir iş değil, tıpkı yemek, içmek, uyumak gibi çok doğal bir ihtiyaç olduğu anlatılmıştı. Bana öyle geliyor ki futbolu tribünde sevenler için tribünde bulunmak, tribünü yaşamak da işte böyle bir şeydi. Hem zaten kirpiler de yavrularını “Pamuğum benim!” diye sevmezler miydi? “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir.” Simon Kuper’in kitabının da adı olan bir cümleydi bu ve birçok yönden doğru bir sözdü. Ama başka bir şey daha vardı ki, bazıları için futbol her şeyden önce bir oyundu ve futbol futboldu. Ve o bazıları her zaman, her yerde futbolun peşindeydi. Günümüzde zengin, güçlü ve şımarık birkaç kulüp yöneticisinin dümen suyuna sokularak; artık “mabet” olarak adlandırılan localı ve şık koltuklu büyük stadyumlara, kahvehanelerdeki ve evlerdeki televizyon ekranlarına hapsedilerek; bazı taraftarları tuttuğu takımın yenilmesini isteyecek kadar ruhsuzlaştıran bahis oyunları ile zincire vurulup yozlaştırılarak başkalaştırılmaya çalışılan futbol her şeye rağmen amatör kümelerde, ikinci ve üçüncü liglerde, mahalle aralarında, okul bahçelerinde, toprak sahalarda, halı sahalarda, köylerin harman yerlerinde, dağ başlarında, dış sahaların ve küçük kent ve semt statlarının mütevazı tribünlerinde, kısacası her yerde, peşinde olan o bazılarının sevgisi ve tutkusu sayesinde hala kendi serüvenini yaşayıp, kendi öyküsünü yazmaya devam ediyordu ve bundan sonra da devam edecekti. Neyse. Maç boyunca bir an bile durmadan sicim gibi yağan yağmur artık dinmiş; galibiyet kutlamaları bitmiş; tribünü boşaltmış olan taraftarlar Polatlı’ya gitmek üzere beklemekte olan otobüslere yönelmişlerdi. Arkadaşlarımla yeniden sarılıp kucaklaşarak vedalaştık ve önümüzdeki maçta buluşmak üzere sözleştik. Otobüs hareket etmek üzereyken son kez selamlaştık. O anda o tuhaf şey yine oldu ve hepsi bir anda 19 yaş birden gençleşti. Ama bu kez gözümü kapatmadım; neşeyle gülen yüzlerine keyifle baktım. Ve onlar artık uzaklaşmakta olan otobüsten gülümseyerek el sallarken bir an için bana öyle geldi ki, “Ne olursa olsun takımımızın ve futbolun peşindeyiz. Tribündeyiz. Bizim için futbol futboldur! Hiç fark etmez!” diyor gibiydiler sanki. NOTLAR: 1- Polatlıspor, 19 Mayıs Stadı 1 No.lu Dış Sahada Haymanalı ve Polatlılı taraftarların aynı tribünde birlikte kardeşçe tezahüratlar yaparak izlediği ikinci maçında kardeş takım Haymanaspor’a 3–0 yenildi. Ama kardeşlik bozulmadı. Maç bittiğinde Haymanasporlu futbolcuları biz de tribüne çağırıp alkışladık. Ve galibiyetler, yenilgiler ve beraberliklerle geçip giden zorlu yükselme maçları sonucunda ilk dört takım arasına girmeyi başaran Polatlıspor, Ankara Amatör Süper Ligi’ne yükselerek uzun bir aradan sonra taraftarlarını sevince boğdu. Yaz döneminde, bundan birkaç yıl önce Ersun Yanal’ın Gençlerbirliği’nde görev yaparken transfer etmek istediği, ancak İlhan Cavcav’ın bonservis bedelini pahalı bulup almadığı Nijeryalı santrfor Sambo’yu Polatlıspor transfer ederek sükse yapar gibi oldu ama Sambo bir süre sonra ortadan kayboldu. Takım bu sezon Ankara Amatör Süper Liginin ilk yarısında umduğunu bulamadı ama yine de hedef Türkiye 3. Ligi’nin kapılarını önce zorlamak, sonra da açmak… Ne diyelim, olur mu olur. Futbol bu! Şampiyon olmak da var, küme düşmek de… 2- Teknik Direktör Cahit Dikici, eski milli futbolculardandır ve Polatlılıdır. 60’lı yıllarda, biz daha çocukken Ankara Şekerhilâl takımında oynamış. Yanlış anımsamıyorsam Polatlıspor’a gelmeden önce birinci lig takımlarından Zonguldakspor’da çalışmıştı. Maçlarda yedek kulübesinden uzaklaşıp cankurtarana doğru yaklaşmasının nedenini birkaç kişi dışında pek merak eden yoktu aslında. Ama bizim gibi merak edenler, bir sezon sonra yaz mevsiminde Cahit Hoca’nın bypass ameliyatı olduğunu öğrenince, “Vay be, işe bak lan!” demekten kendilerini alamadılar. 3- Bu öyküde sık sık geçen “Ayağına vuruyum” ifadesinin hangi anlama geldiğini ne olur sormayın. Söyleyemem. Ama siz istediğiniz gibi yorumlayabilir; istediğiniz tahminde bulunabilirsiniz. 4- Anıları tüm tazeliğiyle yıllarca bellekte tutmak çok güç. Bir gün böyle bir anıöykü yazacağımı bilseydim, yararlanmak için notlar tutar; o maçların yayınlandığı gazeteleri saklardım. Ama yine de güzel bir şey oldu ve 19 yıl önceki Gençlerbirliği-Polatlıspor maçlarının tarih ve takım kadrolarını http://www.gencler.org/ sitesinde buldum. Belleğimi yoklarken ve öyküyü kurgulamaya çalışırken çok yararlandım. Bunun için Gençler.Org’a teşekkürederim. Sürçülisan ettikse affola. Kalın sağlıcakla.
polatlıspor
ogu
sambo
------
teşekkürler necdet abi..
1 yorum:
Ben de teşekkür ederim, yazımı blogunuzda yayınladığınız için...
Necdet Özkazancı
Yorum Gönder